Ana içeriğe atla

Murat Ülker ve Ali Koç'un İş Dünyası ve Spor Üzerine Röportajı

Murat Ülker ve Ali Koç Röportajı

Yıldız Holding Yönetim Kurulu üyesi iş insanı Murat Ülker, Koç Holding Yönetim Kurulu Üyesi ve Fenerbahçe Başkanı Ali Koç ile özel bir röportaj gerçekleştirdi. Ülker, bu önemli röportajını "Kıymetli arkadaşım Ali Koç Beyle röportajım" başlığıyla Linkedin hesabından paylaştı. Röportaja başlarken Koç’a teşekkür eden Ülker, Koç’un 27 sorusuna titizlikle ve kapsamlı bir şekilde yanıt verdiğini belirtti. Röportajda Koç Holding’in politikaları, Türk ekonomisi, Z kuşağı, Koç ailesi ve uluslararası ticaret gibi birçok önemli konu ele alındı.

- Koç Ailesi birbirine oldukça bağlı ve bence tam bir Anadolu ailesi, siz bu konuda Vehbi Bey’in değerlerini korumaya özen gösteriyorsunuz. Yeni kuşakların bu değerlere bağlılığı konusunda sorunlar yaşıyor musunuz, tavsiyeleriniz nelerdir?

Biz, sizin de belirttiğiniz gibi birbirine ve geleneklerine bağlı bir aile olarak yaşamaya devam ediyoruz. Dünyanın değişmesiyle birlikte insan davranışları da değişiyor. Değişim kaçınılmaz bir unsurdur, ancak bu değişim sırasında kültürel ve geleneksel erozyona uğramamak temel ilkemiz olmalıdır. Yeni kuşak, bir telefon ya da tablet aracılığıyla tüm dünya kültürlerini tanıma fırsatına sahip. Bu, hem büyük bir zenginlik hem de kontrol edilmediğinde kültürden uzaklaşma tehlikesi doğurabilir. Kültürel zenginlik, insan gelişimi için sınırsız bir kaynaktır. Unutmamamız gereken temel ilkeler arasında vatanımızı, milletimizi ve bayrağımızı korumak ve sahiplenmek yer alıyor. Eğer kendinize bir yol arıyorsanız, Mustafa Kemal Atatürk’ün izinden gitmek en iyi rehber olacaktır. Umudunuzu asla kaybetmeyin ve kendinizi sürekli geliştirin. Özel yeteneklerinizi keşfedip yeni şeyler denemekten korkmayın; başarısızlık, öğrenme sürecinin bir parçasıdır.

- Atlantik’i geçerken babanız Rahmi Bey’in yanında olmayı istediniz, aklınız onda kalacağına risk almayı seçtiniz. 21 günlük bu süreci hatırladığınızda, 21 gün size uzun gelmedi mi? Ben sizden yıllar sonra 9 günde geçtim, bu süreçte bile zorlandım. Ama çok eğlenceli olmasa bile öğretici idi. Siz bu süreçte neler öğrendiniz?

Bu seyahate neden gittim? Bir daha git deseniz, gitmem. Bir süre sonra balinalar bile sıkıcı hale geliyor. Babama çok düşkünüm ve hala öyleyim. O dönem iletişim, şimdiye göre çok farklıydı; telefon ya da başka bir iletişim aracı yoktu. 21 gün boyunca denizde neler olduğunu bilemiyorsunuz. Dedim ki, ya burada kalıp merak edeceğim ya da onunla birlikte olmayı tercih edeceğim. Benim için son derece ilginç ve güzel bir tecrübe oldu. Bu seyahat bana özellikle disiplinli olmanın önemini öğretti. Teknedeki herkesin bir görevi vardı ve bu görevlerin yerine getirilme saatleri belliydi. Öğrendiğim en önemli şey ise denizle şaka olmayacağıdır.

- İş hayatınız ve Koç Holding hakkında konuşacak olursak, Koç grubu oldukça kurumsal yönetilen bir holding ve yine kurumsal yönetilen şirketlerden oluşuyor. Hem Holding’de başkan vekili olarak çalışıyor, hem de birçok Koç şirketinde yönetim kurulu üyesi olarak bulunuyorsunuz. Fenerbahçe Başkanlığı ile zaman kullanımınız değişti mi? Zaman yönetimini nasıl yapmaya başladınız, daha fazla mı delege ediyorsunuz, aklınız arkada kalıyor mu?

2018’de göreve geldiğimde önceliğim Fenerbahçe idi; bu yüzden Holding şirketlerindeki görevlerime daha az zaman ayırıyordum. Ancak zaman içinde bunu dengelemeye başladım. Şu an itibarıyla Fenerbahçe ve sorumlu olduğum şirketlere aşağı yukarı aynı zamanı ayırabiliyorum. Aile olarak 2006 yılında aldığımız kararla tüm aile fertleri günlük işlerden çekildi ve yönetim kurulu seviyesinde görevler aldık. Yönetim kurulu başkanlığını yaptığımız şirketler birinci derecede, yönetim kurulu üyesi olduğumuz şirketler ise ikinci derecede sorumluluklarımızdır. Bu doğrultuda, kendi işlerimizdeki sorumlulukları yerine getirecek zamanı kulübe rağmen ayırabiliyorum. Zaman yönetimindeki en büyük fark, gece geç saatlere kadar çalışmak zorunda kalmamdır. Neticede, en büyük zaman fedakarlığını ailem ve özel hayatımdan yapmak zorundayım.

- Gün içinde “iyi olma” halinize katkı sağlayacak, iş ve özel hayatınızı dengede tutmanıza destek olacak “kısa bir mola” diyebileceğiniz kendinize özel anlar yaratabiliyor musunuz?

Açıkçası bunun için çok fazla vaktim olmuyor. Ailemle geçirdiğim zamanlar, bana en iyi gelen ve beni motive eden anlar oluyor. İyi olma halime en büyük katkıyı sağlayan unsur, ailemle geçirebildiğim kaliteli zamandır. Milli maç araları ise hem özel hem de iş seyahatlerimi yapabilmem açısından büyük bir fırsat sunuyor. Gün içerisinde ise bir yerden bir yere giderken trafikte 15 – 20 dakikalık uykular, oldukça faydalı oluyor.

- İş yerinde genç-yaşlı ayrımına gerçekten inanıyor musunuz? Bu yeni döneme ve değişime gençlerin hazırlanması konusunda neler düşünüyorsunuz? Ya da yaşlıların onlarla çalışırken dikkat etmeleri gereken konular var mı? Neden? Bu kesimler orta veya uzun vadede vakitlerini en çok neye harcamalılar? Kendileri için yatırım yapabilecekleri en önemli konular/ yetkinlikler neler olmalı? Çalışanlarınızı nasıl yeni döneme hazırlıyorsunuz?

Jenerasyon konusu sürekli tartışılıyor. Her dönemde yeni bir jenerasyon geliyor; Baby Boomer’lar, X’ler, Y’ler, Z’ler… Şu anda ise odak Z jenerasyonunda. 2012 ile birlikte Alfa jenerasyonu geliyor. 2025’te Beta jenerasyonları hayatımıza girecek. Jenerasyonlar, her zaman çözülmesi gereken bir problem gibi algılanıyor. Ancak Koç Topluluğu olarak bu konuya farklı bir perspektiften bakıyoruz. Bugün her 5 çalışma arkadaşımızın 4’ü Y ve Z kuşağından. Farklı nesiller, iş yaşamına, teknolojiye ve hayata uyum sağlama noktasında elbette ayrışabiliyor. Jenerasyonların farklı beklentilere sahip olması, hayatın doğal akışıyla uyumlu. Önemli olan bu beklentilere nasıl yanıt verildiğidir ve burada sorumluluk işverende. Gençlerin iş hayatından beklentileri bizden çok farklı. Genç arkadaşlarımız, çok yetenekli ve öğrenmeye açık. Teknolojinin kalbinde doğup büyümüş bir nesille karşı karşıyayız. Bizim jenerasyonumuz, bir işe girip o işi iyi öğrenip uzmanlaşmayı beklerken, gençlerimiz aynı yerde uzun süre çalışmak istemiyor. Önce bir yerde başlayıp, sonra başka yerde farklı tecrübeler edinmeyi, zamanla yer değiştirerek farklı görevler almak istiyor. Her şeyin bu kadar hızlı olduğu, değişim ve dönüşümün arttığı bir dünyaya gözlerini açan bir nesilden bahsediyoruz. Bu açıdan onları haklı buluyorum. Gençlerin ihtiyaç ve beklentilerini doğru anlamak, onlara gerekli imkan ve fırsatları yaratmak, kurumların ve liderlerin ana odak alanlarından biri olmalıdır. Diğer bir konu, değişen dünyaya uyum sağlamak. Bu konu, genç-yaşlı ayrımından bağımsız herkes için geçerli. Otomasyon, yapay zeka ve dijital teknolojiler, yaptığımız işlerin içeriklerini ve çalışma şekillerimizi değiştiriyor. Bu aslında yeni bir durum değil. Teknolojik değişim, iş hayatını her zaman dönüştürdü; insanlar işsiz kalmadı, yeni beceriler kazandı. 90’larda bankacılık sektöründe ATM’lerin yaygınlaşmasıyla ilgili tahminler, banka şubelerinde çalışanlara gerek kalmayacağı yönündeydi. Ancak, gişe görevlileri müşteri temsilcilerine dönüştü; işlerinin yapısı ve içeriği değişti. Dolayısıyla, teknolojideki yıkıcı dönüşümlerin en önemli etkisi istihdamdır. Gelecekte bazı işler tamamen yok olurken, yepyeni rol ve beceriler hayatımıza girecek. Araştırmalar bunu ortaya koyuyor. Dolayısıyla “sürekli öğrenme” kültürünü benimsemek kritik. Çalışanlarımızın yeni yetkinlikler kazanması için kendilerini sürekli geliştirmesi gerekiyor. Eğitim, her şeyden önce insanda başlıyor. Burada şirketlere ve liderlere önemli bir sorumluluk düşüyor. Çalışanlarımızı bugünden nasıl geliştirebiliriz, hangi eğitimleri vermeliyiz, ne gibi projelerde yer almalılar? Bu sorulara hazırlıklı olmak ve planlarını oluşturmak gerekiyor. Koç Topluluğu’nda iş gücü dönüşümünü son 5 yıldır ciddi bir şekilde ele alıyoruz. Gençlerin beklentileriyle uyumlu imkanlar yaratmanın yanı sıra, yaşından ve tecrübesinden bağımsız herkesin fikirlerini özgürce ifade edebildiği bir iş ortamı oluşturmak da sorumluluğumuzdadır. Bununla birlikte, kuşakların uyum halinde çalışabilecekleri bir ortam sağlamak da büyük önem taşımaktadır. Merhum Vehbi Koç’un sevdiğim bir sözü vardır: “Başarı, başkalarının tecrübelerinden yararlanmaktır.” Gerçekten de bu doğrudur. Şirketlerin başarısında geçmişteki tecrübelerin değeri, başka bir şeyle mukayese edilemez. Yılların getirdiği bilgi birikimi, geçmişte birçok kriz ve sorunla başa çıkmış olmak, süreçlere hakimiyet ve önemli iş bağlantıları, daha birçok unsuru beraberinde getirir. Dolayısıyla, buradaki deneyimi ve bilgi birikimini genç nesillere aktarmak, rehber olmak açısından tecrübeli arkadaşlarımızın organizasyondaki yeri çok önemlidir.

- Yönetim Kurulundan ne fayda görüyorsunuz? Tek başınıza olsan neleri değiştirirdiniz? Yönetim Kurulu performansı nasıl ölçülmeli?

Yönetim Kurulu var, yönetim kurulu var! Batıda, özellikle Amerika’da yönetim kurullarının oluşumu ve işleyişi, şirketlerin başarısında büyük rol oynar. Bazı kültürlerde ise yönetim kurulları sembolik olarak oluşturulur, sembolik toplanırlar ve pek fazla katkıları olmaz. Aslında, yönetim kurullarının oluşum şekli ve işleyiş tarzı, şirketin ne kadar kurumsallaştığını gösteren önemli bir işarettir. Dolayısıyla, bazı yerlerde yönetim kurulları büyük katma değer yaratırken, başka yerlerde etkisiz olabilir. Yönetim kurulu performansını ölçmek hiç de kolay değildir. Buradaki temel gösterge, şirketin genel başarısıdır.

- Sence başarılı ve başarısız şirket nedir? Bu şirketlerin en göze çarpan özellikleri nelerdir?

Başarılı bir şirket olmanın temelinde, topluma fayda sağlamayı hedefleyen bir vizyon vardır. Bu vizyon, yalnızca şirketin hedeflerini değil, aynı zamanda çalışanların ve paydaşların çıkarlarını da gözetmelidir. Değişime ve dönüşüme açık, dinamik bir yapıya sahip olmak da gereklidir. Geçmişte inovasyonlara ayak uyduramayan birçok şirketin bugün operasyonlarına son verdiğini görüyoruz. Tüm paydaşların aynı çatı altında birleşmesi ve bu vizyona yönelmesi için güçlü bir şirket kültürü en önemli anahtardır. Bu noktada şirket liderlerine büyük bir sorumluluk düşüyor; paydaşları yönlendiren ve ilham veren liderler, bu kültürün oluşmasında kritik bir rol oynuyor. Ancak başarı, bir kişinin hedefin peşinden koşmasıyla sınırlı değildir. Başarı, ekip olarak kişilerin birlikte çalışmasıyla kazanılır. Bunu mümkün kılan en önemli faktörün ise, oluşturulan vizyon ve kültürü içselleştiren, iletişim kurabilen, bağlı ve motive çalışanlar olduğuna inanıyorum.

- İyi bir lider ve iyi bir çalışan olmak konusunda hemen hayata geçirilebilecek üçer tavsiye vermek istesen bunlar neler olurdu?

İster lider ister çalışan olsun; önemli olan unvanlardan bağımsız iyi insan olmaktır. Adil, merhametli olmak ve kendinize yapılmasını istemediğiniz bir şeyi başkasına yapmamak benim için her şeyin başında geliyor. “İyi insan olmak” söylemesi kolay ama içi değerlerle buluşmadığında çok anlam ifade etmez. Bu sebeple kişilerin hayattaki duruşları, taşıdıkları değerler ve bu değerleri davranışlarına yansıtma biçimleri çok önemlidir. İş hayatında başarılı olmanın en önemli tavsiyelerinden biri çok çalışmak ve her durumda elinden gelenin en iyisini yapmaktır. Liderlere tavsiye olarak ise, güvenilir ve etkili olmak için ilk olarak şeffaf olmaları gerektiğini belirtmek isterim. Şeffaflık, güveni getirir. Ekibine karşı açık bir iletişim kurmalı ve onlara net bir şekilde yaklaşmalıdır. Liderler kendilerini sürekli geliştirmek için çaba göstermelidir. Rahata alışmak, kendini geliştirmemek ve yenilememek; özetle konfor alanını korumaya çalışmak, şirketler için uzun vadede büyük risk oluşturur. Son olarak, adaleti asla göz ardı etmemek gerekir. Kararlarda adil olmak ve herkese eşit mesafede durmak önemlidir. Her durumda adil davranan bir lider, ekibin güvenini kazanır ve bu güven, uzun vadede hem lideri hem ekibi hem de bulundukları kurumu güçlendirir. Bir çalışan olarak, sadece işi iyi yapmak yetmez. İyi bir çalışan özgüveni, yaptığı işe olan tutkusu ve prensiplerine bağlılığı ile öne çıkar. Benim için en güvenilir çalışan, yalnızca verilen görevi yerine getiren değil, işine bir anlam katan, ilkelerine ve prensiplerine sadık kalan kişidir. Özgüven burada önemli bir rol oynar. Çalışma arkadaşlarımız, fikirlerini cesurca ifade edebilmeli ve gerektiğinde beni eleştirmelidir. Bu iş hayatında çok kıymetli bir özellik çünkü ancak kendine güvenen biri, daha iyisi için yapıcı bir eleştiri sunabilir. İşini tutkuyla yapan biri ancak daha iyisi için eleştiri yapar. İşini severek yaptığında, işi sadece görev olarak değil, bir değer olarak görmeye başlarsınız.

- Liderlik tarzın hangisi: Otokratik mi, bürokratik mi, diplomatik mi, demokratik mi?

Liderlik, günümüz dünyasında sıkça konuşulan ve üzerinde düşünülmesi gereken bir kavramdır. Ancak liderliği kesin çizgilerle tanımlamak yerine, her birimizin deneyimleriyle oluşturduğu özgün bir yaklaşım olarak ele almayı daha doğru buluyorum. Benim liderlik anlayışımda karar mekanizması asla tek bir kişiye bağlı değildir. Eleştiri ve beğeni arasında dengeli bir ilişki kurmak çok önemlidir. Benim liderlik tarzımda eleştirmek ve sorgulamak her zaman vardır; ancak aynı zamanda benimle aynı fikirde olmayan çalışma arkadaşlarımın yeri geldiğinde fikirlerimi eleştirmesini de isterim. Bu şekilde davranan arkadaşlarla daha rahat çalışırım. Her seviyeden herkesin görüşlerini özgürce ifade edebilmesi, bizi başarıya götürür. Bu yüzden, çalışma arkadaşlarımı cesurca fikirlerini paylaşmaya, eleştirmeye teşvik ediyorum. Ülke kültürümüzde bu yaklaşım çok benimsenmese de teşvik etmeye çalışıyoruz. Bu değerler etrafında şekillenen bir ekiple çalışmayı tercih ediyorum. Ben de bu sebeple, çalışma arkadaşlarımı iyi tanımaya, anlamaya ve onlarla sadakat ve güven üzerine bir ilişki tesis etmeye özen gösteriyorum. “Fedakarlık ve özveri” de benim için büyük anlam taşıyan kavramlar. İlkelerine sadık, kendini sürekli geliştiren ve kurumuna bağlı olan insanlarla çalışmak her zaman daha keyifli oluyor.

- İş ortamında eleştiriye hoşgörülü müsün? Yoksa ...?

Günümüz iş dünyasında, özgüven sahibi kişilerle çalışmanın ve onların fikirlerini dinlemenin önemi büyüktür. Daha önce belirttiğim gibi, benim eleştiren ve sorgulayan bir tarafım var. Çalışma arkadaşlarımın da yeri geldiğinde benim fikirlerimle ilgili olumsuz geri bildirim verebilmesini istiyorum ve bu konuda onları cesaretlendirmeye özen gösteriyorum. Cesur, eldivensizce, şeffaf konuşan insanlarla çalışmak benim için çok daha kolaydır.

- Teknoloji ve dijital dönüşümün yani dijitoloji ve inovasyonun iş dünyasındaki artan rolü hakkında ne düşünüyorsun? Son geldiğimiz nokta yapay zekâ teknolojilerinin tüm iş yapış biçimlerini etkilemesi oldu. Koç Holding’in bu konudaki vizyonu nedir? Teknolojinin değişik alanlarına yaptığınız yatırımlar, elektrikli araç ve pil konusundaki yatırımlarınız ve bu yatırımların geleceği hakkında biraz bilgi verebilir misin? Bu konuda son olarak da şunu sorayım: Türkiye’de teknoloji ve inovasyon konusunda treni kaçırdı mı? Yoksa hala şansımız var mı?

Dijital dönüşüm ve inovasyon konularındaki vizyonumuz, teknolojiyi iş yapış biçimimizin merkezine yerleştirerek sürdürülebilir büyümeyi sağlamak üzerine kuruludur. İş dünyası, son yıllarda teknoloji ve dijitalleşmenin etkisiyle büyük bir değişim geçiriyor. Yapay zeka teknolojileri, bu dönüşümün en önemli unsurlarından biri haline gelmiş durumda ve Koç Holding olarak bizler, bu alanda öncü rol üstlenmeyi hedefliyoruz. Teknoloji yatırımlarımız, sadece bugünün değil, geleceğin de ihtiyaçlarına yanıt verecek şekilde planlanıyor. Elektrikli araçlar ve pil teknolojileri gibi yenilikçi alanlara yaptığımız yatırımlar, çevresel sürdürülebilirlik hedeflerimize ulaşmamıza yardımcı olurken, aynı zamanda ülkemizin ekonomik kalkınmasına da katkıda bulunuyor. Bu yatırımlar sayesinde Türkiye'nin enerji bağımsızlığına katkıda bulunarak karbon ayak izimizi azaltmayı amaçlıyoruz. Dijitalleşme stratejilerimiz kapsamında, sanayi 4.0 uygulamalarından bulut bilişim çözümlerine kadar geniş bir yelpazede projeler yürütüyoruz. Ayrıca start-up ekosistemini destekleyerek yenilikçi fikirlerin hayata geçmesine olanak tanıyoruz. İnovasyon kültürünü organizasyonumuzun her seviyesine entegre ederek çalışanlarımızın yaratıcı düşünmesini teşvik ediyoruz. Türkiye’nin teknoloji ve inovasyon konusunda hala büyük bir potansiyeli olduğuna inanıyorum. Genç nüfusumuzun dinamizmi ve girişimcilik ruhu sayesinde bu alanda önemli atılımlar yapabiliriz. Ancak bunun için kamu ve özel sektörün ortak çalışması gerekmektedir. Ek olarak; eğitim sisteminin güçlendirilmesi, Ar-Ge yatırımlarının artırılması ve inovatif girişimlerin desteklenmesi gerekir. Sonuç olarak, Koç Topluluğu’nda bizler, dijital dönüşümde lider olma yolunda ülkemizin global rekabet gücünü artıracak projelere imza atıyoruz. Teknoloji trenini hala yakalayabiliriz; hala büyüyen fırsatlarla dolu bir dünyada doğru stratejilerle güçlü bir konum elde etme şansımız var.

- Çocuklarınıza iş dünyası veya hayat hakkında vermek istediğiniz en önemli tavsiye nedir?

Ben çocuklarıma tek bir konuda telkinde bulunuyorum; o da iyi insan olmalarıdır. İyi insan olmaları için gösterdiğim yol ise “kendinize yapılmasını istemediğiniz bir şeyi başkalarına yapmayın” ilkesidir. Bunun dışında, her aile gibi biz de aramızda pek çok konuyu değerlendiriyor, tartışıyor ve istişare ediyoruz. Yeri geliyor onlar bize yol gösterici oluyorlar, yeri geliyor biz onlara…

- Bugüne kadar Koç Holding içinde yer aldığınız ya da almadığınız birçok sosyal sorumluluk projesi yaptı. Sizi en fazla etkileyen ve ilham veren hangisi oldu?

Koç Holding olarak; ülkemiz ile neredeyse yaşıt, 2026 yılında 100’üncü yaşını kutlayacak olan bir Cumhuriyet kurumuyuz. Bu zamana kadar Vehbi Koç Vakfımız ile pek çok kurum ve kuruluşla eğitimden kültür-sanata, sağlığa kadar birçok alanda toplumsal çalışmalar yaptık. Her birinin kendi alanında değerinin ve etkisinin çok önemli olduğuna inanıyorum. Vehbi Bey’in “Ülkem ve Devletim var oldukça ben de varım” şirket anayasası doğrultusunda, her dönem sosyal sorumluluk projelerimiz ön planda olmuştur. Bu yüzdendir ki Türkiye’nin ilk özel vakfı, Vehbi Koç Vakfı’dır. Ancak ülke olarak Şubat 2023’te yaşadığımız büyük deprem felaketine ayrı bir başlık olarak bakmak gerekir. Koç Topluluğu olarak, depremin ilk gününden itibaren halkımızın yanında olduk ve hala olmaya devam ediyoruz. İnsan gücümüzü, tedarik ve lojistik imkanlarımızı devreye sokarak AFAD ile iş birliği içerisinde Adıyaman, İskenderun, Hatay, Kahramanmaraş ve Malatya’da toplam 5 bin konteynerden oluşan ve 20 bin kişinin yaşadığı Umut Kentleri kurduk. Bu alanların sadece barınma değil, eğitim, kültür, sanat ve spor gibi sosyal ihtiyaçlara da cevap vermesine özen gösterdik. Hem Topluluğumuzun büyük bir sinerji içinde bu projeyi hayata geçirmiş olması hem de tüm sosyal donatılarıyla hayatın her alanını destekliyor olması nedeniyle bu projemizin özel bir yeri olduğuna inanıyorum.

- Sürdürülebilirlik iş dünyasının önemli gündem maddelerinden biri. Global pazarlarda rekabet eden markaları, şirketleri olan Koç Holding’in bu konuda önemli önlemler aldığını, projeler uyguladığını biliyoruz. Bu kaçınılmaz. Ben size Ali Koç olarak soruyorum: İklim değişikliği ve küresel ısınmanın bu kadar “açık ve yakın” tehlike olduğuna inanıyor musun? Fosil yakıt tüketiminin azaltılması, karbon monoksitin azaltılması gibi önlemlerle küresel ısınmanın önüne geçilmesi konusu ne kadar ilintili? Bildiğiniz gibi çok farklı görüşler var bilim adamları arasında...

BM’nin Ekim ayında yayımladığı Emisyon Açığı Raporu, mevcut politika ve taahhütler uygulansa bile yüzyılın sonuna kadar küresel ısınmayı 1,5 dereceyle sınırlı tutma hedefinin giderek ulaşılabilir olmaktan çıktığını gösteriyor. Bunun ekonomiler, ekosistemler ve toplumlar üzerinde yıkıcı etkileri olabilir; bu nedenle konunun tüm paydaşlarının harekete geçmesi önemlidir. İklim değişikliği ve küresel ısınma, söylendiği kadar yakın olmasa da çok açık bir tehdit. Elimizdeki mevcut imkanlar, teknoloji ve alternatif kaynakların öngörülebilir bir zaman diliminde fosil yakıtlara olan bağımlılığımızı sonlandıracağını düşünmüyorum. Bununla birlikte, gidişat kesinlikle iç açıcı değil ve çok uzun vadeli bir perspektifle bu sorunların ele alınması lazım. Ancak unutmayalım ki siyaset, genellikle çok daha kısa vadeli hedefler etrafında döner.

- Şu anda Türkiye ekonomisinin mevcut durumu hakkında ne düşünüyorsunuz? Zorlukları aşıyor muyuz? Daha fazlası neler yapılabilir?

2023 yılındaki çifte seçimler sonrasında iş başına gelen Sayın Mehmet Şimşek liderliğindeki ekonomi yönetimi, öncelikle mevcut ekonomi politikasını, kendi deyimleriyle, daha rasyonel bir zemine oturtmayı hedefledi. Önceki dönemde alışılagelmemiş ve öngörülebilirliği çok düşük politikalar yerine, daha geleneksel, rasyonel ve öngörülebilir bir ekonomi politikası çerçevesi benimsendi. 2024 yılında ise ekonomi yönetiminin temel hedefi, iç talebi kontrol altına alarak enflasyonu düşürmek oldu. Bunun için Merkez Bankası, bir yandan faizleri artırdı, diğer yandan kredi büyümesine sınırlamalar getirdi. Daha sıkı para ve kredi politikalarını desteklemek için TL’nin reel bazda değerlenmesine izin verildi. Böylece kurlardaki sert artışların enflasyon üzerindeki olumsuz etkisi azaltılmaya çalışıldı. Bunlar kadar sıkı olmasa da kamu maliyesinde de daha disiplinli bir yaklaşım benimsenmeye çalışılıyor. Tüm bunların neticesinde, Mayıs’ta yüzde 75’i aşan yıllık enflasyon, Ekim’de yüzde 48’e kadar geriledi. Enflasyondaki düşüşün kademeli bir şekilde önümüzdeki yıllarda da devam etmesi hedefleniyor. Enflasyondaki gerilemenin nispeten yavaş olmasının nedeni, Hükümet’in büyümeden çok fazla feragat etmek istemesi olarak açıklanıyor. Enflasyonla büyüme arasındaki hassas denge tutturulabilirse, yani ekonomide yumuşak inişi başarabilirsek, 2026’dan itibaren Türkiye’nin yeni bir büyüme hamlesine başlamak için uygun bir zeminde olacağını düşünüyorum. Doğru politikaları sürdürebilir ve sabır gösterebilirsek, bu zorlukları aşacak her türlü potansiyele sahibiz; yeter ki kendi kalemize gol atmayalım. Türkiye’nin müthiş bir ekonomik potansiyeli var; bu potansiyele göre ülkemize çektiğimiz yabancı yatırım seviyesi hak ettiğimizin çok çok altında. Bunun en büyük sebebi hukuk sistemimiz ve öngörülebilirliğin düşük olması. Yer altı zenginliğimizin eksikliği ve tasarruf oranımızın düşüklüğü sebebiyle yabancı yatırımcıya çok ihtiyacımız olduğu bir gerçek. Dünyada müthiş bir likidite var ve bu para gidecek güvenli limanlar arıyor. Biz de ülke olarak yatırımcı nezdinde güvenli bir liman olarak kendimizi pozisyonlamak için ne gerekiyorsa yapmalıyız.

- Koç Holding gibi büyük bir şirketler grubunu yönetirken ekonomideki dalgalanmalara (kur, enflasyon, yüksek faiz) karşı nasıl stratejiler uyguluyorsunuz?

Ekonomideki dalgalanmalara ülke olarak çok alışığız. Biz de Topluluk olarak yıllardır kazandığımız deneyimleri işlerimizi ve bilanço yapımızı sağlam tutmada kullanıyoruz. Zorlukların arttığı dönemlerde nakit akışlarının yönetimi çok önemlidir. Her zaman söylendiği gibi, bir şirketi borç batırmaz ama nakit kıtlığı batırır. Bunun yanı sıra, risk yönetimi de iş kültürümüzün ayrılmaz bir parçasıdır. Risk yönetimini hem finansal riskler hem de bilanço çeşitlendirmesi olarak ayırmak gerekir. Farklı dinamiklere sahip sektörlere yatırım yapmak, yurtiçi-yurtdışı gelir dengesini gözetmek ve işlerimizin coğrafi dağılımını global konjonktürü doğru okuyarak sürekli takip etmek çok önemlidir. Ancak, dönemin şartları ne olursa olsun, biz her daim ülke ekonomisine güvenmeye devam ediyor ve uzun vadeli bir bakış açısıyla yatırımlarımızı yönlendiriyoruz.

- Dünya ekonomisi pandemi, dijitalleşme ve Çin-ABD arasındaki küresel ticaret savaşları gibi büyük dönüşümleri hala yaşıyor. Sence bu dönüşümler Koç Holding için hangi fırsatları ve riskleri barındırıyor?

Soğuk savaş sonrasında kurulan uluslararası liberal ekonomik düzen, son yıllarda darbe üstüne darbe aldı. Pandemi, Ukrayna-Rusya savaşı, teknoloji ve ticaret savaşları ve son olarak Gazze’de yaşanan insani dram, birçok ülkenin daha korumacı ve devlet müdahalesine imkân veren politikalar uygulamasına neden oldu. Küreselleşme belki bitmedi ama önemli ölçüde şekil değiştirdi. Türkiye olarak bu dinamikleri çok iyi okumalıyız. Coğrafi konumumuz, AB ile mevcut gümrük birliği anlaşmamız, sağlam alt ve üst yapılarımız, çeşitlendirilmiş ve dinamik üretim kapasitemiz ve son yıllarda yaşlanmaya başlasa da hala genç nüfusumuz, bizim için çok büyük bir potansiyel sunuyor. Yeniden şekillenen uluslararası tedarik zincirleri ve küreselleşmenin en büyük kazananlarından biri Türkiye olabilir. Son 1,5 yıldır ekonomide yeni bir denge tesis edilme çabalarının tavizsiz bir biçimde sürdürülmesi durumunda, önümüzdeki seneden itibaren Türkiye’nin yeniden doğrudan yabancı yatırım çekebilen bir ülke olmaması için hiçbir nedeni yok.

- Türkiye’nin küresel ekonomide daha rekabetçi hale gelmesi için hangi alanlara öncelik vermesi gerekir?

Şu anda ABD ve Çin arasında çok büyük bir teknoloji savaşı yaşanıyor. Rusya ve Avrupa ülkeleri de dahil olmak üzere hiçbir ülke, ABD ve Çin’in teknoloji alanındaki giderek artan hakimiyetine cevap veremiyor. Türkiye olarak bizim en büyük önceliğimiz, devrimsel nitelikteki teknolojik gelişmeleri takip etmek ve bunları hızla ülkemizde yaygınlaştırmak olmalıdır. Bunun için devletin kendi yatırımlarından çok, hevesli ve yetenekli gençlerimizin fikirlerini gerçeğe dönüştürmelerine imkan verecek start-up kültürünü geliştirici adımlar atması çok önemlidir. Bir diğer önemli konu, son yıllarda özellikle bilgi teknolojileri ve mühendislik alanında eğitim almış gençlerimizin yurtdışına gitmesi. Onların burada kalmalarını sağlayacak imkanları sunabilmemiz gerekir.

- Dünya ekonomisinde en çok dikkatini çeken ve gelecekte etki yaratacağını düşündüğün küresel ekonomi trendleri neler? Bunların niçin etkili olacağını düşünüyorsun?

Veriye dayalı değer yaratımı son yıllarda giderek önemini artırmaktadır. Veriyi toplama, kullanılabilir hale getirme ve sonrasında ileri analitik yöntemlerle bu veriden değer yaratma konusunda çok heyecan verici örnekler var. Biraz önce bahsettiğim gibi, uluslararası rekabet artık ucuz işgücüne dayalı olmayacak. En azından Türkiye artık ucuz yarışından çıkmalı. Uluslararası rekabette öne çıkmak için mevcut teknolojileri en iyi şekilde kullanan, hatta bunları daha da geliştiren ve çalışanlarından maksimum verimi alabilen bir ekonomik yapıya ulaşmamız gerekmektedir. İleriye dönük olarak; gıda, tarım ve lojistik sektörleri, bugünden çok daha önemli ve öncelikli sektörlerin başında gelmektedir. Her iki alanda da ülke olarak rekabet avantajlarımız olduğuna inanıyor ve bu alanlara daha stratejik bir yaklaşım benimsememiz gerektiğini düşünüyorum.

'Fenerbahçe'nin Hakkı Yendi'

Fenerbahçe Kulübü Başkanı Ali Koç, Yıldız Holding Yönetim Kurulu Başkanı Murat Ülker'e spor gündemi hakkında da değerlendirmelerde bulundu. İşte Murat Ülker'in soruları ve Ali Koç'un yanıtları:

- Bugün itibariyle Ali Koç’un Fenerbahçeli imajından memnun musun? Yoksa 2018’de başlayan Başkanlık sürecini “keşke hiç yaşamasaydım” dediğin oluyor mu? Futbolun bu kadar içine girdiğinize pişman mısınız? Fenerbahçe Başkanlığı size neler kattı, neye mal oldu?

Hayat, “keşke” diyecek kadar uzun değil. Fenerbahçe için yaptıklarımdan bir gün bile pişmanlık duymadım. Allah bana Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanlık makamını nasip etti; bu makamda oturuyorsanız, “keşke” değil “iyi ki” dersiniz. Fenerbahçe Başkanı iseniz, futbolun içine sonuna kadar girmek zorundasınız. Bu konuda pişmanlığım yok ama üzgünüm; zira Türk futbol iklimi ne yazık ki hem daha kötüye gidiyor hem de kutuplaşan bir toplumun daha da kutuplaşmasına sebep oluyor. Üzgünüm, çünkü Başkanlık dönemimde göz göre göre pervasızca Fenerbahçe’nin hakkı yendi. Türk futbolundaki adaletsizlik ve haksız rekabetin boyutu artık herkes için aşikar. Fenerbahçe Başkanlığı bana hem pek çok şey kattı hem de pek çok şeye mal oldu; detaylarını bu röportaja sığdırmak çok zor!

- Bir süredir Fenerbahçe maçlarında görünmüyorsun; sözcü olarak da ortalarda yoksun. Bu yeni bir strateji mi, yoksa...?

Bu sezon tüm maçları izliyorum. Bazen işlerimin yoğunluğu sebebiyle katılamadığım maçlar oluyor; fakat bu sezon mümkün olduğunca içerideki ve dışarıdaki maçlara katılım sağlamaya çalışıyorum. Artık bu sezon Acun Bey, futboldan sorumlu yönetici olarak sözcülüğümüzü üstlendi. Medya sektöründeki deneyimiyle bu anlamda bize oldukça faydalı oluyor ve daha çok onu görüyorsunuz. Yeri geldiği ve gerektiği zaman tabii ki ben de konuşacağım.

- Fenerbahçe sizin başkanlığınız sırasında başta Basketbol olmak üzere sporun nerdeyse her dalında başarıdan başarıya koştu. Bu başarılar bize yetiyor mu? Amaç tabii ki futbolda şampiyonluk. Bu bir tür takıntımız mı? Yoksa bunu kaşıyan spor kamuoyu mu? Başarıyı sadece futbol ligi şampiyonluğu olarak mı görüyorlar?

Biz Fenerbahçe Spor Kulübü olarak, “Dünyanın en büyük spor kulübü” mottosunu kullanıyoruz. Faaliyet gösterdiğimiz tüm branşlarda şampiyonluğu hedefliyor ve bunda da çoğu zaman muvaffak oluyoruz. Dünyada bizim kadar çok amatör branşı ve bu branşlarda istikrarlı bir şekilde üst düzey başarıları olan bir spor kulübü daha olduğunu düşünmüyorum. Ülkemiz adına son üç olimpiyata en çok sporcu yollayan kulübüz. Futbolda başarı olmadığı zaman, diğer branşlardaki başarımız yeterince değer görmüyor. Diğer bir deyişle, hiçbir branşta olmayan, olimpiyatlara çok sınırlı katkı sağlayan bir kulüp, futbolda başarı sağladığında çok başarılı kabul edilebiliyor. Kısacası, ülkemizde futbolda başarılı iseniz yeterli oluyor. Aslında, futbolumuzdaki son 5 ve 10 sezon istatistiklerine baktığınızda Fenerbahçe gayet başarılı; bu istatistiklere rağmen şampiyonluk yoksa, işte bu durum bahsettiğim haksız rekabetin diz boyu olduğu futbol iklimimizden kaynaklanıyor.

- Daha önce de Fenerbahçe’de Yönetim Kurulu’nda yer aldınız ama son 7 yıldır Avrupa’nın sayılı büyük kulüplerinden, büyük bir tarihe sahip Fenerbahçe’nin başkanlığını yapıyorsunuz. Spor kulübü liderliği ile iş dünyası liderliği arasındaki büyük farklar ve benzerlikler nelerdir? Hangi alanda daha fazla duygusal zeka, hangisinde ise stratejik akıl gerekiyor?

Spor kulübü ve iş dünyası liderliği arasında pek çok benzerlik olduğu gibi, tamamen farklılıklar da vardır. Futbol dünyası, iş dünyasına nazaran çok daha dinamik ve günlük anlamda değişken bir yapıya sahiptir. Bununla birlikte, ülke nüfusunun çoğunluğunun ilgi ve dolayısıyla takibinde olduğu için büyük taraftar kitlelerine sahip kulüplerin başkanları ve yöneticileri, siyasette bile görülmeyen bir baskı altında kalmaktadır. Milyonlar ile ifade edilecek eşsiz bir taraftar gücüne sahip olmanın avantajları büyük olsa da, beraberinde büyük sorumluluklar da getirmektedir. Yani şirketler sadece hissedarlarına hesap verirken, bizler milyonlara hesap vermekteyiz. İstikrarlı ve sürdürülebilir başarı için her iki alanda da sağlam ve sağlıklı finansal yapıya sahip olmak ve etkili marka yönetimi bence en önemli benzerliklerdir. Duygusal zeka, son derece önemli ve değerli bir kişilik özelliğidir; hayatın her alanında doğru kullanımı, çok büyük fayda ve avantaj sağlar.

- Kadın futbolu hakkında ne düşünüyorsunuz, planlarınız nelerdir? Türkiye’de futbol kulüplerinin daha iyi yönetilmesi mümkün mü? İşin felsefesi mi eksik, organizasyon mu bozuk, süreçler mi bozuk; ya da hepsi düzgün de sorun toplum mu?

UEFA’ya göre orta ve uzun vadede Avrupa futbolunda en büyük büyüme ve gelişim, kadın futbolunda yaşanacak. Bu bağlamda, kadın futboluna yatırım ve taraftar ilgisi olağanüstü bir şekilde artmıştır. Ancak bu alanda en gelişmiş ülkelerde bile hala ekonomisi zayıf durumdadır. Ülkemizde kadın futbolunun ufak ufak gelişmesi çok sevindirici. Türkiye’deki kulüplerin iyi yönetilmediği aşikardır; daha iyi yönetilmesi ise son derece mümkündür. Ancak bunun gerçekleşmesi için tüm ekosistemin ve paydaşlarının topyekün değişmesi ve gelişmesi gerekmektedir. Mevcut sistemin tüm kademelerindeki çarpıklıklar, herkes için son derece olumsuz etkiler yaratmaktadır. Türkiye’de kulüplerin daha iyi yönetilmesi konusunda meseleyi sadece kulüpler olarak değerlendirmek, bize hata yaptırır. Ülkemizde topyekün bir spor yapılanması oluşturulması gerektiği kanaatindeyim; liyakat bu anlamda parolamız olmalıdır. Bağımsız federasyonlar, bağımsız yöneticiler ve en önemlisi, sporun içinden gelen kişilerin görevlendirilmesi ve sabırla istenilen kurumsal seviyelere ulaşılması hedeflenmelidir. Bu hedefe ulaşmak için devletimizin de işin içinde olacağı 10 yıllık bir yol haritası belirlenmeli ve sabırla uygulanmalıdır.

- 2018’de ilk kez başkanlık koltuğuna oturduğunda geleneksel Fenerbahçe değerleri ile çağın gerektirdiği yeni yönetim değerleri arasında bocalama yaşadın mı? Bir yandan kulübün kültürel mirasını korurken uygulamak istediğin yenilikçi yaklaşımlar konusunda nasıl denge kurdun? Bu konuda hangi liderlik becerileri öne çıktı?

Fenerbahçe’nin değerleri son derece çağdaş ve ileri görüşlüdür. Dolayısıyla, çağın gerektirdiği yeni yönetim değerleri ile çelişki yaratacak bir durum söz konusu değildir. Kulübümüzün kültürel mirasını korumak, her Fenerbahçelinin görevi ve sorumluluğudur. Mirasımızı korumak, yenilikçi yaklaşımların uygulanmasına engel değildir. Zaten en beğendiğim mottolardan biridir: “Geçmişine sahip çıkmayanlar, geleceğini de risk ederler.”

- Futbol kulüplerinin gelirleri ile giderleri arasında büyük farklar var. İnanılmaz derecede hesapsız kitapsız borçlanma var. Normal bir işletme böyle borçlansa iki güne batar. Siz bu mali disiplini nasıl sağladınız? Zor oldu mu? Bu konuda tüm kulüpler için yapılması gerekenler nelerdir?

Mevcut durumda, Fenerbahçe’nin futbol operasyonlarının gelir-gider dengesi aslında çok sağlıksız değildir. Faaliyet karı seviyesinde kesinlikle denge vardır. Ancak, geçmişten gelen ağır finansal borçların yarattığı faiz yükü eklenince, vergi öncesi kar seviyesinde büyük zararlar söz konusu oluyor. Devletimiz, kulüplerimize yardımcı olmak için muhtelif bankaların içinde bulunduğu bir borç yapılanmasına öncülük etti. Bu anlaşmaya göre, her gelirimizin %50’si bankalara gidiyor. Bu durum, kulüplerin günlük ihtiyaçlarını karşılaması ve sezon boyunca taahhütlerini yerine getirmesi çok daha güç hale getiriyor. Bu yapılanmaya göre %50 faiz ödüyoruz ki, bunu sürdürebilmek çok zor. Evet, geçmişte çok hesapsız kitapsız borçlanmalar yapılmış, buna ilgili merciler de müsaade etmiş. Bu duruma zamanında müsaade edilmeseydi, süreç hiç bu noktaya gelmezdi. Yani sadece kulüpler sorumlu değil. Bugün çok daha net ve keskin kurallar ve süreçler mevcut. Biz kulüp olarak daha disiplinli davranıyoruz; davranmak durumundayız. Çok zor oldu, olmaya da devam ediyor. Ancak unutulmaması gereken önemli bir unsur da son 6 yılda futbol ekonomisini derinden etkileyen unsurların (yayın gelirlerinin 500 milyon dolardan 96 milyon dolara düşmesi, TL’nin durumu, faizlerin artması, verginin %15’ten %40’a çıkması, Spor Toto gelirlerinin olağanüstü düşmesi ve pandemi) kulüplerin kontrolü dışında gelişen unsurlar olduğudur. Bu etkenler kesinlikle göz ardı edilmemelidir.

- Takıma teknik direktör seçmekle şirkete CEO seçmek aynı şey mi? Ya da iş yerine çalışan seçmekle takıma oyuncu seçmek aynı mı? Nedir bu seçimleri yaparken temel ilkeleriniz?

Tabii ki değil; hatta çok, çok farklı. Aradaki farklar saymakla bitmez; dolayısıyla burada detaylarına girmeyeceğim. Teknik direktör ve takıma oyuncu seçme süreçlerinde çok daha fazla veri, istatistik ve görsel analizler kullanılıyor.

https://www.ifhaber.com/bankacilik/murat-ulker-ve-ali-kocun-is-dunyasi-ve-spor-uzerine-roportaji/?feed_id=63308&_unique_id=672b99aa2c83a

sigorta haberleri

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

CyberCube 180 Milyon Dolar Yatırım Aldı

Sigorta ve reasürans endüstrisi için siber risk analitiği sağlayıcısı olan  CyberCube , yeni bir çekirdek yatırımcı olan  Spectrum Equity 'den 180 milyon doların üzerinde önemli bir yatırım aldı. Bu kaynağın, şirketin siber risk maruziyetlerini ölçmeye yönelik ürün ve çözümlerinin gelecekteki gelişimini desteklemek için kullanılması planlanıyor. 1994 yılında kurulan bir büyüme sermayesi şirketi olan  Spectrum Equity , bu yatırımla birlikte CyberCube'un mevcut yatırımcıları  ForgePoint Capital ,  Hudson Structured Capital Management (Bermuda) Ltd.  ve  MTech Capital 'e çekirdek kurumsal yatırımcı olarak katıldı. CyberCube , 2018 yılında bağımsız, risk sermayesi destekli bir şirket olarak faaliyete başladı. Yapılan açıklamaya göre firma, artık siber sigorta ve reasürans değer zincirinde 130'dan fazla müşterisinin güvendiği bir iş ortağı konumunda. Şirketin çözümlerinden, brüt yazılan primlere göre ABD ve Avrupa'nın en büyük 40 siber sigortacısının %7...

MBP'den Moonrock'a Yatırım

LONDRA, 2 Ekim 2025 –  Sigorta sektörünün önde gelen isimlerinden Peter Cullum'un desteklediği  Minority Broker Partnerships (MBP)  yatırım platformu, drone sigortacılığında uzmanlaşan  Moonrock Insurance  şirketine azınlık hissesi karşılığında stratejik bir yatırım yaptı. Açıklanan miktarı gizli tutulan  A Serisi  yatırım, şirketin drone ve  eVTOL (dikey iniş kalkışlı elektrikli hava aracı)  sigorta pazarındaki genişlemesini hızlandıracak. Moonrock Insurance'ın Kurucusu ve Genel Müdürü Simon Ritterband , yatırım ilişkisi hakkında yaptığı açıklamada,  "MBP ile bu ortaklığı geliştirdiğimiz için çok heyecanlıyız. Sigorta yatırımı konusundaki uzmanlığı ve zengin geçmişiyle tanınan Peter Cullum ile çalışmaktan büyük memnuniyet duyuyoruz."  ifadelerini kullandı. Ritterband,  "Cullum'un sahip olduğu ömür boyu deneyim, işimizin büyümesini şekillendirmemize ve küresel drone ve eVTOL pazarının katlanarak artan hızına ayak uyd...

Autonomous: Londra Sigorta Piyasasındaki Birleşmeler Yanıltıcı Olabilir

Londra, 2 Ekim 2025 – Londra reasürans piyasasında son dönemde artan birleşme ve satın alma hareketleri, tüm Londra Piyasası özel reasürans şirketleri için yaygın bir getiri beklentisi oluşturmayabilir. Bu uyarı, Londra merkezli finansal analiz ve danışmanlık firması Autonomous tarafından yayımlanan 2 Ekim 2025 tarihli raporda yer aldı. Raporda, son üç ay içinde Inigo , Aspen ve Canopius gibi özel Londra Piyasası şirketlerinin hedef alındığı üç ayrı satın alma anlaşmasına dikkat çekildi. Özellikle Inigo’nun 1,7 milyar dolara satın alınması , sektörün gündeminde geniş yankı uyandırdı. Autonomous analistleri, bu hareketlerin diğer Londra Piyasası şirketleri üzerinde aynı etkiyi yaratmayacağını vurguladı. Analistler, yatırımcılar açısından Lancashire şirketinin Inigo ile en yakın karşılaştırma olduğunu belirtirken, Beazley , Conduit ve Hiscox için de uygun karşılaştırmaların bulunduğunu ifade etti. Raporda, Inigo anlaşmasının diğer Londra Piyasası hisseleri üzerinde nöt...